Olayları değerlendirirken vazifeyi keşfedersiniz
1 – Toplum hayatında ün elde etmek.
2 – İç huzuru ve manevi tekamül.
3 – Öbür alemde iyi bir mevki sağlamak.
4 – Yüksek ruhların takdirine erişmek.
5 – Allah’ın gözüne girmek.
Yukarıdaki gayelerin gerçekleşmesi amacıyla ve düşüncesiyle yapılan fedakarlığın manevi kazancı sıfırdır. Bu hareketler fedakarlık değil, bilakis zekice bir benci’likten başka bir şey değildir.
Bir insan bünyesini düşününüz: Bu bünyede çeşitli sistemler çalışmaktadır.
Sinir sistemi genel dengeyi sağlar.
Kemikler ana iskeleti meydana getirir.
Gözler, kulaklar vs. dışarısı ile ilişkiyi sürdürmeye çalışırlar.
Dişler, sindirim sistemi hayatiyeti sağlarlar.
Kan, dolaşım suretiyle bütün merkezlerin kontrol ve faaliyetlerini güven altında bulundurur.
Varsayalım ki, göz sistemi zayıftır, iyi çalışmıyor. Halbuki insan, çalışma gayesiyle yeryüzüne sevk edilmiştir. Bu yolda göz sistemine de en çok ihtiyacı olacaktır.
Şimdi, misal olarak ele aldığımız insanın mukadderat planı, yeryüzünde onun saatçilikle bir hayat geçirmesini sonuçlandırmış bulunsun. Bu iş için göz ve kulak uzuvlarının fazla hassasiyetine ihtiyaç vardır. Aksi taktirde saatçilik yapamaz. Halbuki onun hayattaki gayesi bu yoldan sağlanabilecekti. Bu gerçekleşmedikçe varlığı anlamsızdır. Diğer uzuvlarının düzgün ve mükemmel olarak çalıştığını kabul etsek bile bu, ne değer ifade eder? O, asıl işini yapamamaktadır.
Kainattaki varlıkları bir insan bünyesindeki sistemlere benzetebilirsiniz. Burada gelişmiş olanları, olmayanlara yardım etmek mecburiyetindedir. Her mecburiyet bir VAZİFE’dir. Ve vazife ise, fedakarlık hissinden uzaktır.
Şimdi, gene insan bünyesine dönelim. Varsayalım ki, diğer sistemler şöyle düşünüyorlar: Mademki hepimizin tam sağlıklı olması ve mükemmel çalışması istenilen şeydir, o halde birimizin sakatlanması genel gayenin sakatlanması olur. Ve o zaman varlığımızın anlamı kalmaz. Şu halde, göz sistemi ile bir süre için daha çok ilgilenmemiz ve hepimizin buna bir şeyler harcaması gerekir. Onu güçlendirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu yaparsak varlığımızın gayesine hizmet etmiş oluruz.
İşte bu şekilde göz sistemine yardım için hepsi anlaşır. Ve bu işin yapılmasını da dolaşım sistemi üzerine alır; orayla ilgilenir. Kısa bir zaman sonra da o merkez beslenmiş, kurtuluşa ermiş olur. Burada dolaşım sisteminin yaptığı iş, diğerlerinin bu iş için verdikleri karar fedakarlık değil VAZİFE, hatta biraz da menfaat icabıdır.
İnsan, fedakarlık yaptığını ve bir hareketinin fedakarlık olduğunu bildiği sürece, yapılan hareket fedakarlık olmaz. İnsanüstü alemlerde, insan anlayışı ile yapılan harekete fedakarlık denilemez. Bir insan, yaptığı hareketin fedakarlık olduğunu bildiği sürece insandır. Tersine, bu hareketin vazife olduğunu bildiği ve o hareketten, ne maddi ne de manevi bir şey beklemediği ve bunun kendi tekamülünde bir etken olduğu zannına kapılmadığı, hatta bu sırada yararlı bile olsa, bu yararın sonucunda da kendisi için hiçbir fayda beklemediği zaman artık insanüstü olmuştur.
İnsanüstü varlıklardaki düşünce şöyledir: Kimse kimseye borçlu
değildir. Herkes vazifeye borçludur. Yapılan hareket gereklidir. Ve
gerekli olduğu için yapılmaktadır.
Daha önce de söylediğim gibi, insanların tekamülleri;
1 – Tanrı hakkındaki anlayışlarıyla,
2 – Fedakarlık fikirleriyle ölçülür.
Yaradılış Tablosu’nu büyük ve muhteşem bir zincire benzetebilirsiniz. Bu zincir, irili ufaklı birçok halkadan oluşmuştur. Her halka kendi yerinde ve kendi değerindedir. Burada herhangi bir halkanın diğerine kafa tutmasına, ben seni devam ettiriyorum veya sürüklüyorum demesine hakkı yoktur.
Bir halkanın kusuru genel düzeni aksatır. Her halka kendi rolünü yapacaktır. Yine, her halka kendi yerini ve kendi değerini koruyabilmesinden ve vazifesini yapmasından bütün diğer halkalar ( yani varlıklar) sorumludurlar. Bu halkaların hiç birisi ötekine göre hiç değildir. Herkes, her şeydir. Bir değerin küçümsenmesi genel uyumu bozar.
Evrende sınıf sınıf yaratık vardır. Mesela hayvan, insan ve insanüstü varlıklar. Şimdi bütün bunların tekamüllerinden ve hareket tarzlarından da sorumlu bulunan, yüksek ve gelişmiş bir varlık olduğunu tasavvur edelim. Bu varlık Tanrı İradesi’yle bunların hareketlerini yönetmekle görevlendirilmiştir. Şimdi, bu yönetim altında bulunan insanların bir kısmının vazifelerinde iyi hareket etmediklerini varsayalım. Genel muhasebeyi yapan o varlık, bu noktayı incelerken şöyle düşünür: insanlar vazifelerini iyi yapmıyorlar…İşte, bu bir hükümdür. Nasıl ki, burada bir topluluğun yaptığı hareket bütün insanları kapsamına alıyorsa ve suçlu sınıf insan sınıfı olarak gösteriliyorsa, Yaradılış Tablosu’nda oluşan bir aksaklık da bütün tablonun düzensizliğini doğurur. Bu tablonun düzeni ve mükemmelliği Tanrı’nın İradesi’dir. Dolayısıyla bunu aksatanlar sorumludurlar.
Bunu bir örnek olarak söyledim. Gerçekte, Yaradılış Sistemi’nin düzen ve uyumu Tanrı tarafından emredildiği için burada, genel sistem hakkında düzensizlik söz konusu olamaz. Görülen düzensizlik, düzendeki büyük karakteri değerlendirmek için özellikle olur. Düzen, düzene göre bir değer ifade eder. Değerler ise, mevcut değersizliklere göre bir ölçüdür. Düzensizlik olmasa, düzenin değeri nasıl anlaşılır?
Bununla beraber yaratıklar, kendi tekamül seviyelerine ait özellikleri, yani tekamül basamaklarının karakterini göstermeye mecburdurlar. Mesela, insanlar kendilerince ve sakat düşüneceklerdir. Bu, onların niteliğidir. Bu aşamayı aşmadıkça bundan kurtulamazlar. Ve bu bakımdan da, daha yükseklerin yardımlarına onların ihtiyaçları vardır.
Yardım edenler kendi tekamüllerine, kendi varlıklarının gayelerine yardım ediyorlar demektir. Yardım görenler ise, ilerde başkalarına yardım etmek için yükselmektedirler. Bu işlerde fedakarlık yoktur. Genel Makine’nin, yani Yaradılış Makinesi’nin işlemesi, Tanrı’nın İlahi Gayesi’nin gerçekleşmesi gerekir. Bu büyük fabrikada her aletin, yani her varlığın gördüğü iş aynı ölçüde olmamakla beraber, bir parçanın eksikliği dahi genel yapıda bir gevşeklik, bir aksaklık meydana getirir.
Evren ve evrenler bomboş değildirler. Her zerrenin, en büyük ve
gelişmiş varlığın tekamülünde, payı ve rolü vardır. Örneğin, insanın
kanı içinde birtakım kürecikler vardır. Bu kürecikler yan yana gelerek
yapısında bulundukları insanın yaşama gücünü düzenlerler. Evreni de
böyle bir dolaşım sistemine benzetebilirsiniz. İçinden alacağınız veya
yaşamasına engel olacağınız (yani kendisine hizmet etmeyeceğiniz) her
kürecik, kendi çapında o yapıda bir tahribat yapar. Ve bir çöküntü
meydana getirir. O yardım görmezse, gösterilen yardım bir fedakarlık
sayılırsa, bu şekilde evrenin yapısında bir karışıklık meydana gelir.
Halbuki İlahi Düzen çöküntüsüz ve mükemmel olacaktır. Ve hiçbir
bakımdan eksiği bulunmayacaktır. Bu, ilahi bir iradedir. Onun için, her
zerrenin bir gaye ürünü olduğunu bilmek gerekir.
Hiçbir şey değer değildir. Ve her şeyin değeri ancak birbirine göredir. Evrenlerde var olan her zerrenin muazzam bir gayesi olduğunu hiçbir zaman unutmayınız. Kendi varlığınızın, bilmediğiniz, görmediğiniz, Güneş Sistemi’nin dahi haberdar olmadığı muhteşem alemlerin tekamülünde çok büyük rolü olduğunu unutmayınız. Bu evrenler, bütün ecramıyla ( kozmik nesneleriyle) bütün ayrıntılarıyla, bütün sistem yasa ve varlıklarıyla, özetle bütün içeriğiyle, sizin ve yalnız sizin varlığınıza ve tekamülünüze hizmet etmek için yaratılmıştır. Onların var olmalarının nedeni sizsiniz. Onlar sizin için, siz de onlar içinsiniz. Bu muazzam sınırlar içinde seyretmekte devam ettiğiniz sürece her taraf sizindir.
Halbuki siz servetinizi, elinizdeki maden veya kağıt parçalarıyla
ölçecek kadar insan karakterleri göstermektesiniz. Ve günün birinde
bunları bırakarak, başka bir aleme geçeceğinizi unutarak taş parçalarına
sımsıkı sarılırsınız. Ve gene bunlara sahip olmadığınız zaman Tanrı’yı
suçlar ve kendinizi mutsuz edersiniz. Gözlerinizi gökyüzüne çevirerek,
bu astronomik evrenin yaradılış gayesini hiç düşünmek istemezsiniz.
Gördüğünüz, görmediğiniz alemlerde, sonsuz hizmetler içinde
yaşayacağınızı, yükseleceğinizi hatırınızdan bile geçirmezsiniz.
Varlık:Kemal Yolcusu
Yorumlar
Yorum Gönder