İnsanlığın Gafleti - Mustafa Molla
Dr.Bedri Ruhselman'ın Mukadderat ve îcabat adlı eserindeki "İnsanlığın
Gafleti" isimli tebliğ (MUSTAFA MOLLA: 6 Ağustos 1950) şöyledir:
"Takdir edersiniz ki bu kadar acele ile geçilmesi icap eden büyük hayat yolundan ötede sizi hasretle bekleyenlerin arzuları söz konusudur. Bu tıpkı sevdiklerinizin en iyi mertebelerde bulunmasını arzu edişiniz gibi bir harekettir. Hayat dikkatle takip edilince, onun mütemadi(ara vermeden) bir öğreniş ve her öğrenilenin arkasındaki meçhule doğru bir mükerrer(defalarca yapılan, yinelenen) cehitler(şuurlu gayret) safhası, bir nihayetsiz(sonsuz,uçsuz bucaksız) mücadele yürüyüşü olduğu görülür. Onu öyle mükemmel, öyle acele ikmale çalışmalısınız ki, insan olarak var olmanızın bütün manası gerçekten tahakkuk(gerçekleştirme, gerçekleşme) eylesin.
Dikkat ediniz: Ne kadar bol ve çeşitli ve ne kadar kudretli melekelerle(birşeyi bir çok defa yaparak onu gözü kapalı yapabilir hale gelme ,yetenek) mücehhez(donanımlı) bulunuyorsunuz. Bütün bunlara rağmen ne kadar bitip tükenmez bir aciz istikası(*) ve gene deruni (içten) hamlelerinize bizatihi (kendi kendinize) iradenizi yabancı kılan isteksizlik, vuzuhsuzluk(belirsizlik) ve bilgiden kaçan bir şaşkınlığınız hüküm sürmektedir. Bu asırda veya geçmiş asırlarda, yahut gelecek herhangi bir zamanda bu şartları haiz bir fert veya cemiyette (toplulukta) bu böyle olmak mukadderi (yazgıda var olan) ile muttasıftır. (Nitelenmiş, nitelikli, vasıflı).
İmkansız olan ne vardır? İmkansız olan, yok olan şeydir. O halde varlık tamamen imkanlar safhasıdır. Böyle olunca da her imkanın bir vasıtası ve bir melekesi söz konusudur.
Siz neyin üzerinde işkence duymuşsanız mutlaka o melekeye çok ağır bir yük tahmil(yükleme) etmektesiniz. Şu halde zorun kapıları önünde ricat (vazgeçme) etmeden tahammülünüzü (**) toplayabilirseniz, arz sizin tahayyülünüze(***) sığmayan bir cennet, cennet ise arza sığmayan bir tahayyül olur. Ne yazık ki devirler kendilerine işkence yapmak için daima huzur ve sükun (sessiz ve sakin) cephesinden ricatı (vazgeçme) tercih eylemişlerdir. Ve eyleyeceklerdir. Esasen hususi(özel) mülakatlarımız da bunu size mükerreren (tekrar edilmiş olarak) ispat edecek tecrübeler ve delillerle doludur.
Dimağınızı (beyninizi) yormamak için daima eğlenceyi, midenizi yormamak için yememeyi, yıktığınız oranda yapmayı, arzu oranında mükemmeliyet yolunu tutmayı...Velhasıl bir sürü çelişkilerle dolu hallerinizi gördükçe elbette sizin huzur içinde yaşayamamamızın sebeplerini elle tutarcasına görmekteyiz.
Bir kere:
1) Bu hayat canlı bir uyku haline ifrağ (başka bir şeye dönüştürme) edilmeye çalışıldığı içindir ki bizzat siz, arzın ve göklerin makarrında (huzurunda) binlerce hileli yollar bularak yine kendinizi uyanmaya icbar (zorunda bırakma) ediyorsunuz. Bu niçin olmalıydı? Hem sebep siz, hem pişmanlık uğrunda savaşan siz. Hem düşman, hem dost, hem iyi, hem fenasınız. Kendi bağrınızdan fışkıranı kendi aleminizin kanunu olarak benimsemişsiniz.
Tanrı'ya gelince, sizce bütün huzursuzluklarınızın sorumlusu o sayılmaktadır. Bu ise gafletin en yoğun zamanlarına özgü tipik bir tezahürdür. Hayatı işkence olmaktan kurtararak büyük bir huzur melcei (dayanağı), bir ruhaniyet makarrı(mekanı) yapacak siz olduğunuz kadar, onu cehenneme çevirecek de gene sizlersiniz. Ellerinizdeki vasıtaların ayarlanmasına göre neticeleriniz gene sizi karşılarken, bir nevi çocuk şaşkınlığı ile kendi hatalarınızın önünde ricata(vazgeçmeye) mecbur kalıyorsunuz.
2) Küçük hesapların merkezi halli olmuş bir vasat, icabatı hayatiyeye göre düzenlerden, tuzaklardan ibaret korkunç kurnazlık kompleksi sizi vicdanınızdan uzak bir merhalede tutmakta ise, mesul(sorumlu) olan gene sizsiniz. Adaletiniz size hasmolmuş, şuurunuz size cinnet getirmiş, vicdanınız size cezalar fışkıran bir menbaı(kaynak) mefsedet(fenalık, bozukluk, fesatçılık) olmuş ve tabiatiyle Tanrı da en büyük zulmün kahhar(****) bir sembolü mevkiinde kalmıştır. Böyle bir hayat için en güzel kurtuluş elbette mutlak Adem'de(yokluk) aranır.
İnsanoğlu! Tatlı rüyalarını zehreden sensin! Fecirleri(gün doğumu) kapayan dumanlı gözlerindeki karanlığı hiçbir ışık kovamıyor. Ona kendi iç aleminin sönmez şafaklarından menfezler(açıklık, aralık,) açmadıkça zindanının bekçisi olmaktan kurtulamayacaksın.
Sana ne güzel bir armağan verildi değil mi? Onu ne yaptın, ne yapıyorsun? Halbuki ne yapamazdın! Rabbin verdiğini, şeytanın yolu istikametinde harcarken, dostun ve mürşidin vereceğinden ne hayır bekleyebilirsin? Şuurun sana yar değilse gayrin öğütlerinden ne umabilirsin? Sadakatin oranında hayatının hikmetini arayabilseydin, bir gün bu kısa yolculuğun sonunu esefle(üzüntü, kaygı) görecek, kendi varlığının manasını başka zaviyeden(açıdan) bulmaya çalışacaktın.
(*)istika:
------------
türk dil kurumuna göre "ayakkabıların altını parlatmak için kunduracıların kullandığı kemik" imiş. aynı zamanda isteka da denirmiş. bunun sebebi de kökeninin tıpkı isteka gibi italyancadaki stecca kelimesinden gelmesiymiş. zaten isteka aynı zamanda "basımevlerinde kitap formalarını kırmak, katlamak için kullanılan sert tahta veya kemikten yapılmış araç" anlamında da kullanıyormuş.
stecca'nın ne anlama geldiğini italyanca bilen biri açıklarsa şüphesiz çok daha faydalı olacak ama galiba hem çubuk hem kaburga anlamına geliyor. bilemiyorum bu kaburganın kemikle bir ilgisi var mı.
edit: uyku sersemliğinden kurtulmuş ve karnımı doyurmuşken tekrar baktığımda kaburganın bir hayal ürünü, bir fantezi olduğunu daha rahat görebiliyorum. aynı hataya düşmemek, düşürmemek adına: (Kaynak: http://f13.us/omlHI)
(**)tahammül
------------
Nesnenin, güçlü, zorlayıcı dış etkenlere karşı koyabilmesi, dayanması.
(***)tahayyül
------------
idrak edilmiş bilginin varlık şuur sahasında canlandırılması
(****)kahhar
"Takdir edersiniz ki bu kadar acele ile geçilmesi icap eden büyük hayat yolundan ötede sizi hasretle bekleyenlerin arzuları söz konusudur. Bu tıpkı sevdiklerinizin en iyi mertebelerde bulunmasını arzu edişiniz gibi bir harekettir. Hayat dikkatle takip edilince, onun mütemadi(ara vermeden) bir öğreniş ve her öğrenilenin arkasındaki meçhule doğru bir mükerrer(defalarca yapılan, yinelenen) cehitler(şuurlu gayret) safhası, bir nihayetsiz(sonsuz,uçsuz bucaksız) mücadele yürüyüşü olduğu görülür. Onu öyle mükemmel, öyle acele ikmale çalışmalısınız ki, insan olarak var olmanızın bütün manası gerçekten tahakkuk(gerçekleştirme, gerçekleşme) eylesin.
Dikkat ediniz: Ne kadar bol ve çeşitli ve ne kadar kudretli melekelerle(birşeyi bir çok defa yaparak onu gözü kapalı yapabilir hale gelme ,yetenek) mücehhez(donanımlı) bulunuyorsunuz. Bütün bunlara rağmen ne kadar bitip tükenmez bir aciz istikası(*) ve gene deruni (içten) hamlelerinize bizatihi (kendi kendinize) iradenizi yabancı kılan isteksizlik, vuzuhsuzluk(belirsizlik) ve bilgiden kaçan bir şaşkınlığınız hüküm sürmektedir. Bu asırda veya geçmiş asırlarda, yahut gelecek herhangi bir zamanda bu şartları haiz bir fert veya cemiyette (toplulukta) bu böyle olmak mukadderi (yazgıda var olan) ile muttasıftır. (Nitelenmiş, nitelikli, vasıflı).
İmkansız olan ne vardır? İmkansız olan, yok olan şeydir. O halde varlık tamamen imkanlar safhasıdır. Böyle olunca da her imkanın bir vasıtası ve bir melekesi söz konusudur.
Siz neyin üzerinde işkence duymuşsanız mutlaka o melekeye çok ağır bir yük tahmil(yükleme) etmektesiniz. Şu halde zorun kapıları önünde ricat (vazgeçme) etmeden tahammülünüzü (**) toplayabilirseniz, arz sizin tahayyülünüze(***) sığmayan bir cennet, cennet ise arza sığmayan bir tahayyül olur. Ne yazık ki devirler kendilerine işkence yapmak için daima huzur ve sükun (sessiz ve sakin) cephesinden ricatı (vazgeçme) tercih eylemişlerdir. Ve eyleyeceklerdir. Esasen hususi(özel) mülakatlarımız da bunu size mükerreren (tekrar edilmiş olarak) ispat edecek tecrübeler ve delillerle doludur.
Dimağınızı (beyninizi) yormamak için daima eğlenceyi, midenizi yormamak için yememeyi, yıktığınız oranda yapmayı, arzu oranında mükemmeliyet yolunu tutmayı...Velhasıl bir sürü çelişkilerle dolu hallerinizi gördükçe elbette sizin huzur içinde yaşayamamamızın sebeplerini elle tutarcasına görmekteyiz.
Bir kere:
1) Bu hayat canlı bir uyku haline ifrağ (başka bir şeye dönüştürme) edilmeye çalışıldığı içindir ki bizzat siz, arzın ve göklerin makarrında (huzurunda) binlerce hileli yollar bularak yine kendinizi uyanmaya icbar (zorunda bırakma) ediyorsunuz. Bu niçin olmalıydı? Hem sebep siz, hem pişmanlık uğrunda savaşan siz. Hem düşman, hem dost, hem iyi, hem fenasınız. Kendi bağrınızdan fışkıranı kendi aleminizin kanunu olarak benimsemişsiniz.
Tanrı'ya gelince, sizce bütün huzursuzluklarınızın sorumlusu o sayılmaktadır. Bu ise gafletin en yoğun zamanlarına özgü tipik bir tezahürdür. Hayatı işkence olmaktan kurtararak büyük bir huzur melcei (dayanağı), bir ruhaniyet makarrı(mekanı) yapacak siz olduğunuz kadar, onu cehenneme çevirecek de gene sizlersiniz. Ellerinizdeki vasıtaların ayarlanmasına göre neticeleriniz gene sizi karşılarken, bir nevi çocuk şaşkınlığı ile kendi hatalarınızın önünde ricata(vazgeçmeye) mecbur kalıyorsunuz.
2) Küçük hesapların merkezi halli olmuş bir vasat, icabatı hayatiyeye göre düzenlerden, tuzaklardan ibaret korkunç kurnazlık kompleksi sizi vicdanınızdan uzak bir merhalede tutmakta ise, mesul(sorumlu) olan gene sizsiniz. Adaletiniz size hasmolmuş, şuurunuz size cinnet getirmiş, vicdanınız size cezalar fışkıran bir menbaı(kaynak) mefsedet(fenalık, bozukluk, fesatçılık) olmuş ve tabiatiyle Tanrı da en büyük zulmün kahhar(****) bir sembolü mevkiinde kalmıştır. Böyle bir hayat için en güzel kurtuluş elbette mutlak Adem'de(yokluk) aranır.
İnsanoğlu! Tatlı rüyalarını zehreden sensin! Fecirleri(gün doğumu) kapayan dumanlı gözlerindeki karanlığı hiçbir ışık kovamıyor. Ona kendi iç aleminin sönmez şafaklarından menfezler(açıklık, aralık,) açmadıkça zindanının bekçisi olmaktan kurtulamayacaksın.
Sana ne güzel bir armağan verildi değil mi? Onu ne yaptın, ne yapıyorsun? Halbuki ne yapamazdın! Rabbin verdiğini, şeytanın yolu istikametinde harcarken, dostun ve mürşidin vereceğinden ne hayır bekleyebilirsin? Şuurun sana yar değilse gayrin öğütlerinden ne umabilirsin? Sadakatin oranında hayatının hikmetini arayabilseydin, bir gün bu kısa yolculuğun sonunu esefle(üzüntü, kaygı) görecek, kendi varlığının manasını başka zaviyeden(açıdan) bulmaya çalışacaktın.
(*)istika:
------------
türk dil kurumuna göre "ayakkabıların altını parlatmak için kunduracıların kullandığı kemik" imiş. aynı zamanda isteka da denirmiş. bunun sebebi de kökeninin tıpkı isteka gibi italyancadaki stecca kelimesinden gelmesiymiş. zaten isteka aynı zamanda "basımevlerinde kitap formalarını kırmak, katlamak için kullanılan sert tahta veya kemikten yapılmış araç" anlamında da kullanıyormuş.
stecca'nın ne anlama geldiğini italyanca bilen biri açıklarsa şüphesiz çok daha faydalı olacak ama galiba hem çubuk hem kaburga anlamına geliyor. bilemiyorum bu kaburganın kemikle bir ilgisi var mı.
edit: uyku sersemliğinden kurtulmuş ve karnımı doyurmuşken tekrar baktığımda kaburganın bir hayal ürünü, bir fantezi olduğunu daha rahat görebiliyorum. aynı hataya düşmemek, düşürmemek adına: (Kaynak: http://f13.us/omlHI)
(**)tahammül
------------
Nesnenin, güçlü, zorlayıcı dış etkenlere karşı koyabilmesi, dayanması.
(***)tahayyül
------------
idrak edilmiş bilginin varlık şuur sahasında canlandırılması
(****)kahhar
Yorumlar
Yorum Gönder