Hakikat ve İnsan Üzerine - Bedri Ruhselman
İnsanlar karartmadan, bulandırmadan büyük hakikatleri tüm tarihleri
boyunca saklayabilme ve anlayabilme yeteneğinde olsalardı, bunlar
dünyada her an tüm saflıklarıyla (orijinal halleriyle) hüküm sürerlerdi.
Demek ki dünyanın düzen ve yasaları ve tekamül zorunlulukları bu
hakikatlerin insanlar arasında sık sık ele alınmasını ve onlara giden
yolların, onlar için kullanılan araçların hep yeni koşullara ve
gereksinimlere göre tekrar gözden geçirilmesini lüzumlu kılacak gerekler
göstermektedir.
(...) Hakikatler yeryüzünde birçok kez, çeşitli yollardan ve araçlardan yararlanılarak çeşitli, değerli varlıklar tarafından ifade edilmiştir.(...)
Bir okulun birinci sınıfındaki öğrencisiyle sonuncu sınıfındaki öğrencisi aynı kudrette olamayacağından 'Dünya Okulu'nda da çeşitli tekamül düzeyindeki insanların farklı anlayış ve duyuş yeteneklerine ayarlanarak açılmış (farklı) hakikat yolları, kapıları vardır. Kuşkusuz her kapıdan her insan geçemez. Bu durumu bir doğa yasası gereği olarak kabul etmek gerekir. Dünyanın, her devrinde, her alanda, aydınlatıcılardan, (dogmatik olmayan gerçek) bilim adamlarından, yol göstericilerden yoksun kalmaması aynı zamanda bu gereğin bir sonucudur.
Dünyadan gelip geçmiş büyük mürşitlerin ve ilâhî vazifedarların yapmış oldukları şey, hakikati bir su testisi gibi kulpundan tutarak herkesin önüne koymak değil, insanları o hakikate ulaştıracak yolları ve araçları onlara göstermek ve öğretmek olmuştur ki, esasen yapılacak iş de budur. (...) Shakyamuni (Buda), Hermes, Pisagor, Platon, İsa ve diğer büyük varlıkların öğretileri onların söyledikleri veya söylemek istedikleri şekilde -herkes tarafından- anlaşılmış değildi. Bu büyük inisiyelerin ve öğrencilerinin erişmiş oldukları anlayış ve duyuş yeteneklerinin düzeyi göz önüne alındığında, onlardan çok aşağı bir aşamada bulunan avam, onların sözlerindeki yüksek anlamları bir zaman için anlamış olsalar bile ergeç unutacaklardı.
Bu
kısım, yalnız üstadları ve üstadların dilinden anlayabilecek tekamül
düzeyine varmış öğrencileri ilgilendiriyordu. Öğretinin 'hakikatlerin
semboller ve benzetmelerle maddi süzgeçlerden geçirilmesinden sonra
oluşan dış kısmı ise, halka veriliyordu. Öğretimin ilk zamanlarında bu
kılık değiştirme işi biraz daha ustaca yapılabiliyor, yüksek realiteler
yavaş yavaş ve özenle öğretiliyordu. Çünkü bu işi başarabilecek üstadlar
henüz yaşıyorlardı. Fakat zamanla bu üstadlar ortadan kalkınca ve
öğreti maddeci duygular taşıyan hocaların eline geçince işler değişti.
Her biri bünyesinde hikmetin büyük sırlarını taşıyan semboller dondu ve
kendilerine mutlak değerler yüklenen birer put haline getirildi. Hatta
öğretinin ilk üstadları dahi bu kılığa (put, ilah haline) sokuldu. Bütün
bu batıl kanılar mutlak ve dogmatik hükümlerle, ebediyen
değişmeyecekmiş gibi mühürlendi. (...) İnsanları ancak hakikatlere
ulaştırmaya yarayan araçlar araçlıktan çıkarılıp amaç edinildi (...)
Eski hikmet okullarını süsleyen üçgen, kuyruğunu ısıran yılan, sütunlar,
pelikan, nar ve haç sembollerinin gerçek anlamları ya tümüyle unutuldu
ya da kurulmuş bir dinin, maddi felsefesi olan bir ekolün vicdanlar
üzerindeki hakimiyetini kökleştirmeye yarayacak biçimlerde yorumlandı.
Bedri Ruhselman
(...) Hakikatler yeryüzünde birçok kez, çeşitli yollardan ve araçlardan yararlanılarak çeşitli, değerli varlıklar tarafından ifade edilmiştir.(...)
Bir okulun birinci sınıfındaki öğrencisiyle sonuncu sınıfındaki öğrencisi aynı kudrette olamayacağından 'Dünya Okulu'nda da çeşitli tekamül düzeyindeki insanların farklı anlayış ve duyuş yeteneklerine ayarlanarak açılmış (farklı) hakikat yolları, kapıları vardır. Kuşkusuz her kapıdan her insan geçemez. Bu durumu bir doğa yasası gereği olarak kabul etmek gerekir. Dünyanın, her devrinde, her alanda, aydınlatıcılardan, (dogmatik olmayan gerçek) bilim adamlarından, yol göstericilerden yoksun kalmaması aynı zamanda bu gereğin bir sonucudur.
Dünyadan gelip geçmiş büyük mürşitlerin ve ilâhî vazifedarların yapmış oldukları şey, hakikati bir su testisi gibi kulpundan tutarak herkesin önüne koymak değil, insanları o hakikate ulaştıracak yolları ve araçları onlara göstermek ve öğretmek olmuştur ki, esasen yapılacak iş de budur. (...) Shakyamuni (Buda), Hermes, Pisagor, Platon, İsa ve diğer büyük varlıkların öğretileri onların söyledikleri veya söylemek istedikleri şekilde -herkes tarafından- anlaşılmış değildi. Bu büyük inisiyelerin ve öğrencilerinin erişmiş oldukları anlayış ve duyuş yeteneklerinin düzeyi göz önüne alındığında, onlardan çok aşağı bir aşamada bulunan avam, onların sözlerindeki yüksek anlamları bir zaman için anlamış olsalar bile ergeç unutacaklardı.
Ayrıca, boş ve batıl inanışlar içinde
boğulup kalmış, hep geri eğilimleri olan insan kitlelerinin böyle yüksek
hakikatleri birdenbire ve bütün açıklığıyla anlayabilmesi zaten
olanaklı değildir. Allah'ı etrafındaki eşya ve yaratıklar arasında
arayan, duygu ve düşüncesin: yoğun maddi kavramlardan kurtaramayan
insanların hikmet (bilgelik) erbabına (sahiplerine) karşı gösterdikleri
tutucu tepkiler, her hakikatin bütün açıklığıyla söylenebilmesine izin
vermez. İşte bunun sonucu eski hikmet sahipleri, öğretilerini zamanın
gereklerine göre birtakım sembolik kılıklara sokarak, daha maddi ve
kolay anlaşılır biçimlerde yaymışlardı. Bu hal öğretinin iki biçim
içinde öğretilmesine yol açtı: İç (ezoterik) ve dış (egzoterik) biçim.
Öğretinin ezoterik kısmı hikmetin içyüzü, üç boyutlu âlemimizdeki
yasalar ve yüksek nedenlerle ilgili bazı sırlar hakkındaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder